Konya Okçuluk


burdurlee15Çevrim Dışı

Kayıt: 25/09/2010
İl: Konya
Mesaj: 92
burdurlee15Çevrim Dışı
Gönderim Zamanı: 29 Haziran 2012 12:40

Okçuluk Size Ne Sağlar? Özgüven, Dikkat, Konsantrasyon, Düşünce ve duygularınızı koruma yeteneği, Soğukkanlı kalabilme yeteneği, Kaygı ve endişeyi engelleme yeteneği sağlar.

Türklerin ata sporu olan okçuluk, yüzyıllar boyunca bu geleneksel özelliğini muhafaza etmiş, gerek tarihimiz içinde, gerekse İslam dininde özel bir yere sahip olmuştur.Türk tarihinin Orta Asya’ya uzanan derinliklerinde, önceleri bir savaş aracı olarak kullanılan ok ve yay, ateşli silahların keşfinden sonra, giderek bir spor dalı olarak kültürümüz içindeki yerini almıştır. Tarihsel belgeler incelendiğinde, Türklerde okçuluğun M.Ö. 5000 yıllarında başladığı ve okçuluk ile ilgili ilk kuralların Oğuzlar ile gerçekleştiği görülür. Oğuzlar’ın Müslümanlığı kabulünden sonra ise daha da gelişen okçuluk, en parlak devrine Osmanlılar ile ulaşır.

Okçuluk, İslam dininde çok önemli bir yer tutmaktadır; öyle ki, adeta yaşamın ayrılmaz bir parçası olarak kabul edilmiştir. Bizzat Hz. Muhammed de ok atmış, savaşlarında kullanmış ve ok atma konusunda birçok hadis-i şerif beyan etmiştir. Özellikle, “Evinizdeki kölenize bile ok atmayı öğretiniz” buyurmaları okçuluğa verilen özel önemin simgesi olmuş; yine bir başka hadislerinde “Bizim hakkımız gibi, çocukların da bizde hakları vardır, ki o hak, ona yazı yazma ile ok atmayı öğretmek ve helal miras bırakmaktır” demiştir.

Osmanlılar döneminde, okçuluğu ciddi kurallara bağlayarak yarışma esası içine alan ve tesis kuran hükümdar Fatih Sultan Mehmet’tir. Her ne kadar Fatih’ten önceki bazı hükümdarların dönemlerinde çeşitli okçuluk yarışmaları yapılmış ise de, saha ve tesislerin oluşturulması Fatih Sultan Mehmet’in emri ile başlar. İstanbul’un fethinden hemen sonra, Kasımpaşa semtinde kurulan ve bugün ancak çok az bir bölümü korunabilmiş olan Ok Meydanı, Fatih’in bu spora verdiği büyük önemin bir göstergesidir. Fatih’ten sonraki hükümdarların hemen tümü bu sahayı genişletip ilave tesisler yapmışlar, diğer kentlerde de sahalar kurmuşlardır. Sultan II. Bayezit döneminde bununla da yetinilmemiş, okçular özel olarak himaye edilmiş, okçuluk malzemeleri imalatı ile uğraşan sanatkârlar bir araya toplanarak, kendilerine her türlü olanak sağlanmıştır. Hatta bu amaçla, sanatkârların neredeyse tümü İstanbul’a getirilmiş ve Bayezit Camii’nin arkasına inşa edilen Okçular Çarşısı’na yerleştirilmişlerdir. 15. ve 16. yüzyıllarda İstanbul’da sayıları 500’ü bulan ok ve yay imal eden atölye ile özel olarak okçuluk eğitimi yapılan okulların bulunduğu gerçeği dikkate alınacak olursa, bu spor dalında ne denli zengin bir geçmişe sahip olduğumuz kolayca anlaşılacaktır.

Daha önce de belirtildiği gibi, Osmanlı İmparatorluğu döneminde hükümdar ve sadrazamların birçoğu okçu idi. Bunların içinde özellikle Sadrazam Kemankeş Kara Mustafa Paşa’nın (1592-1644) okçuluk tarihi içinde özel bir yeri bulunmaktadır. Kara Mustafa Paşa, sadrazamlığı döneminde okçuluk ile ilgili bir ferman (kanun) yayınlamıştır. Bugün, aslı Topkapı Müzesi arşivinde bulunan bu ferman, spor ile ilgili ilk kanun olma özelliğini taşımaktadır. Osmanlı döneminin ünlü okçuları içinde, Tozkoparan İsmail, Bursalı Şüca gibi isimler en çok bilinenlerdir.Hayvan boynuzu, sinir gibi organik maddeler ve ahşap malzemenin sentezi ile imal edilen eski Türk yaylarının inanılmaz teknik güçleri, bugün dahi, okçuluk tekniği ile ilgilenen dünya otoritelerini hayretler içinde bırakmaktadır.

Günümüzün ileri teknolojisi ile üretilen yaylarla 250-300 m mesafeye zorlukla ok atılırken, eski Türk yayları ile 800-900 metrelere ok atılabilmesi bu hayretin temel nedenini oluşturmaktadır. Okçuluk tarihimize dikkatle göz atıldığında, Fatih Sultan Mehmet’ten II. Bayezit’a uzanan dönemin ciddi bir “Planlama Dönemi”, II. Bayezit’ten II. Selim’in ölümüne değin geçen sürenin ise “Gelişme Devri” olarak değerlendirildiği görülür. Daha sonraki hükümdarlar da okçuluk ile ilgilenmişler, ancak III. Selim’in tahta geçmesinden II. Mahmut’un ölümüne kadar geçen süre “Yeniden Yükselme Devri” olarak tarihe geçmiştir. Daha sonra II. Abdülhamid’ten V. Mehmet’in ölümüne kadar geçen süre ise okçuluğun “Duraklama ve Gerileme Devri” olmuştur, Osmanlı’nın son döneminde ise okçuluk sanatkârları artık ellerindeki sanatı bırakarak başka işlere yönelmişler, bu işi yürüten kişi sayısı 3-5 kişiyle sınırlı kalmıştır.

Cumhuriyet dönemiyle birlikte, 1923-1937 yılları arasında, eski Türk okçularının ailelerinden gelen üç beş kişi, aralarına hevesli gençleri de alarak, İstanbul’un çeşitli semtlerinde ok atışları yapmışlar ve geleneksel sporumuzu yürütmeye çalışmışlardır. Türk okçuluk tarihinin efsanevi ismi Tozkoparan’ın ikinci kuşak torunları olan İbrahim ve Bekir Özok ile, Türk okçuluğuna ilk kitabı armağan eden Mustafa Kani’nin torunu Vakkas Okatan, bu spora yakın ilgi duyan Prof. Necmettin Okyay, Hafız Kemal Gürses ve yine o devrin Beyoğlu Vakıflar Müdürü ve Milli Sporlar Federasyonu Başkanı Baki Kunter’in girişimleri sonucu kurulan Okspor Kurumu adındaki kulüp, Cumhuriyet dönemimizin ilk ciddi adımı olmuştur. İstanbul Beyoğlu Halkevi’nde, Ulu Önder Atatürk’ün direktifleri ile, milli sporumuz okçuluğu yeniden canlandırmak amacıyla 1937 yılında kurulan bu kulüp, Atatürk’ün ölümünden sonra himayesiz kalarak dağılmıştır. İlk bayan okçumuz olan Betül Diker (Or), o yıl yapılan 19 Mayıs gösterilerindeki atışları ile Atatürk’ün dikkatini çekmiş ve Ulu Önder, Halim Baki Kunter’e “Bu kız ile ilgilenin!” talimatını vermiştir.



İyi Bir Okçunun Vizyonu:
· Zihinsel yönden güçlü olmak ve mükemmel bir performans göstermek, kalıtımsal değil, öğrenilebilen bir olgudur.
· Okçu kendi kendini yönlendirir. Amaçlarını saptar ve onları gerçekleştirmek için gereken adımları atar.
· Kimsenin ona işini hatırlatmasına veya onu zorlamasına gerek duymaz.
· Okçu, kendi kendisinin efendisidir.
· Okçu, hiçbir şekilde şikayet etmez, bahane bulmaz. Son derece gerçekçi ve olumludur.
· Kafasında asla yenilgiyi düşünmez. Eksikliğini bilir ve onu geliştirmeye çalışır.
· Yalnız başarıya ve kazanmaya konsantre olmuştur.
· Zorluklar onu başarıya motive eder. Okçu zoru sever.
· Son derece dikkatli ve duyarlıdır.
· Okçu, amacını saptadıktan sonra olayları tesadüfe ve şansa bırakmadan sorumluluğuna sahip çıkma bilincine ulaşmıştır.
· Okçu istikrarlı bir konsantrasyona sahiptir, kendine olan özgüveni yüksektir, ne istediğini bilir.
· Sınır ve eksikliklerini bilir; ama bunu sorun yapmaz.
· Okçu mazaret aramaz. Her şeyin onunla başlayıp onunla bittiğini iyi bilir. Kendini sürekli yeniler.
[EDIT]burdurlee15,2018-08-14 15:58:35[/EDIT]

Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir